KİTABIN KONUSU
Dünyadan
elini eteğini çekmek isteyen aydın bir kişinin acı ve korkunç bir
hakikatle karşı karşıya gelmesi ve tepkileri, kısmen de olsa köylünün
Kurtuluş Savaşına olan bakış açısı, yazarı kendisine ait olan yapayalnız
dünyasında onu mutlu edecek birini buluşu ve onu terketmek zorunda kalması…
KİTABIN ÖZETİ
Ahmet Celal, bir Osmanlı padişahının oğludur. Savaş esnasında vurulmuş ve
kolunu kaybetmiştir. Bu hazin hadiseden sonra, dünyadan elini eteğini çekmiş ve
toplumdan kaçmak, sessiz sakin bir yerde yaşamak içinAnadolu’nun ücra
köşelerini seçmiştir. Bu sebebten dolayı, onun subaylık yaptığı dönemde ona
emirer olarak hizmet eden M. Ali’nin köyüne gider.
Köydeki ilk
günleri onun için çok zor olmuştur. Çünkü bundan önceki yıllarda, İstanbul’da
yaşamış ve oranın kültürü ile bezenmiştir. Köylüler ona , oranın yabancısı
olduğu için ‘ Yaban’ derler. Fakat, Ahmet Celal bu lakabı kendine laik bulmaz.
Çünkü o,kolunu salt bu bu millet için kaybettiğini savunur. Onun için köydek
ilk iki hafta köy yaşantısını alışma safhası olarak geçer. Bu arada
M. Ali’nin müstakil evinin bir odasında kitaplarıyla gününü geçirir.
Kitapları bir nebze dahi olsa yalnızlığını ve acısını unutmayı sağlar.
Onlar, onun en iyi dostu olmuştur. Bu zaman zarfında, M.Ali’nin annesi, kız kardeşi
ve kardeşi ismail’le tanışır. Köy ortamı ona , İstanbul gibi büyük bir yerde
yaşadığı için çok rezalet gelir.
Haftalar ilerledikçe Ahmet Celal, köy ahalisiyle yavaş yavaş
tanışır. Köyün en zengini Salih Ağa, muhtar ve Süleyman adında karısını söz
geçiremeyen adamla samimiyet kurar. Fakat, bu samimi yet sınırlıdır. Ahmet,
onlara hep savaştan, Atatürk’ten ve O’nun yaptıklarından bahsederken onlar, onu
hiç ciddiye almaz ve bir gün düşman gelip, ülkeyi Osmanlı’dan alacak ve onlar
huzurlu bir ortamda yaşayacaklarını inanırlar.
Bir gün Ahmet Celal, köyün civarına gezmeye çıkar. Çünkü, köy halkının
düşünceleri onun acısına tuz ekiyordu. Bundan dolayı yaylalara çıkar; doğanın
verdiği huzur ile hem acısını hem de yalnızlığını kısmen de olsa unutur. Yine
yaylalarda gezerken bir kız görür. Kız, istanbuldakiler gibi bakımlı,
giyim-kuşamı iyi olmasa bile, onu çok etkilemiştir. Onunla konuşmak ister;
fakat kız ondan kaçar. Çünkü o, köylülerin tabiri ile buraların ‘yaban’ıdır. Günler
geçmesine rağmen, kızı unutamamaktadır. Onu tekrar görmek ve konuşmak
için yaylaya çıkar. Bir süre bekledikten sonra yine aynı kız
oraya gelir. Ahmet onunla konuşmak ister; fakat nafile. Kız ondan yine kaçar.
Fakat o, bu sefer onunla konuşamaya kararlıdır. Ve kızı bir süre kovaladıktan
sonra onu yakalar. Kız , sudan yeni çıkmış balık misali, kaçmaya çalışır.
Ahmet onu sakinleştirdikten sonra ona, ‘sadece seninle konuşmak
istiyorum.’ der. Fakat kız yine de kurtulamk için çabalanır. Bir süre
sonra, kızın isminin ‘Emine ‘ olduğunu öğrenir.
Bu arada cephede savaş şiddetlenmiş ve köylerden tekrar askere çağırılanlar
olur. Bunlardan bir tanesi de M.Ali’dir. Onun evden ayrılması ile artık yazarın
köyde samimi olacağı, dertlerini anlatabileceği kimse kalmamıştır. Bir kaç hafta
daha M. Ali’nin ailesiyle birlikte kalır. Fakat İsmail’in Emine’yi
sevdiğini ve onunla evleneceğini duyunca evden ayrılır. Köyde başka bir yerde
yaşamaya başlar. Fakat, kolunu kaybetmiş olmasından dolayı yardıma muhtaçtır.
İlk zamanlar Süleyman onun ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Aslında o da yazar
gibi terkedilmiş ve yapayalnızdır. Karısı, onu asker kaçağı birisiyle aldatmış
ve ve İstanbul’a kaçmıştır. Fakat Süleyman karısını çok sevmektedir. Onu bir
türlü unutamaz. Aradan günler geçer. Bir gün İsmail’in Emine ile evleneceğini
duymasına rağmen yazar, muhtar gider ve Emine’yi kendisine istemesini söyler.
Bunun üzerine muhtar hanımını Emine’nin evine gönderir. Ama Emine bu işe
‘Hayır’ der. Üstüne üstelik yazara kolsuz olduğu için ağır hakaretlerde
bulunur. Kendisi hakkında söylenen lafları yazar muhtarın ağzından
duyunca deliye döner. Ona göre İsmail , Emine’yi laik birisi değildir.
Birkaç hafta sonra , İsmail’in Emine ile evlenmek üzere hazırlık yaptığını
kahvede işitir. Emine’yi kafasından silmeyi başarmış; fakat bir
türlü kalbinden atamamıştır. İkinci kez hayal kırıklığına uğrar. Bunun hıncını
Süleyman’ı azarlayarak , karısı hakkında ileri geri konuşarak çıkartır. Bu
kavgadan sonra, Süleyman daha fazla dayanamaz ve köyü terkeder. Yazar
pişmandır ama çok geçtir.
Süleyman’ın evi terketmesinden sonra, kendisine yardım etmesi
maksadıyla Emeti Kadın’ı tutar. Onun Hasan adında bir torunu vardır.
Emeti kadın hem torunu Hasan’ı hem de yazara bakmaktadır. Torunu Hasan
küçük bir çobandır. Yazar, onunla koyunları otlatmaya çıkar.
Böylece hem Emine’yi tekrar görmek hem de acılarını unutmak ister. Bu
sırada dağların arkasından top sesleri gelmektedir. Buradan da anlaşılacağı
gibi savaş köye doğru gelmektedir. Bu arada Emine İsmail’le evlenir.
Yazar , bir daha köyün içinde gezemez olur.
Aradan fazla geçmez. Köye bir şeyh gelir. Köylülere , yurdumuzun
düşmanlar tarafında zaptedildiğini ve niyetlerini Anadolu’yu elimizden almak
olduğunu; yeşil sarıklıların bizi düşmana karşı savunduklarını ve müslüman
olmak isteyen Kraliçe’den bahserder. Bu olayı yazar, Emeti Kadını’ın
duyduklarından öğrenir. Bunun üzerine yazar sinirlenir ve şeyhe gider , onunla
kavga eder.
Savaş cephelerde son surat devam etmektedir. Düşman uçakları köyün
üzerinde kol gezmekte ve bir takım kağıt parçalarını yere atmaktadır.
Kağıtta’ Sakın yerinizden yurdunuzdan olmayınız. Biz size kötülüık
etmeğe gelmiyoruz. Halife ve padişah bizimle beraberdir. Biz sizi Kemal’in
çetelerinden kurtarmak için harbediyoruz.’ yazar. Köylüler, bunu okuyunca
yazar , her birinin gözünün parıl parıl parlamağa başladığını görür. Bir akşam üstü
eve dönmek üzere iken ‘ Davranma !’ diye bir sesle irkilir. Yazar ilk
başta anlamazlıktan gelir ;fakat bir kaç adım atar atmaz bir kurşun
kulağının dibinden bir arı gibi vızıldayarak geçer. Yazar , bunun bir
asker kaçağı olarak düşünür; ama ateş eden bir Türk askeridir. Az kalsın bir
Türk askerinin kör kurşununa hedef olacaktı. Onlara durumu anlattıktan sonra
birliğin( topçu müfrezesi) komutanlarından savaş hakkında bir kaç bilgi alır. Konuşmalardan
yazar, Türk Ordusu’nun savaşı kazanacağından ümitperver olur. Artık savaş,
köye çok yakın yerlerde cereyan etmektedir.Bu sebebten dolayı birlikler,
köy yollarını kullanmaktadır.
Bir gün inanılmaz bir olay olur. Yazar , muhtar ve diğer köy ahalisi kahvede otururlarken,
uzaktan çok dağınık halde bir birlik gelmekte olduğunu görmektedirler. İlk
başta düşman sanılan birliğin daha sonra Türk Ordusu’ndan olduğu anlaşılır.
Bekir Çavuş, savaşın son gelişmelerinden haberdar olmak için askerlerden
bir kaç tanesini ‘ Komutanınız nerede ?’ diye sorar. Daha sonra birlik
komutanı bir Başçavuş çıkagelir. Başçavuş yorgun ve perişan haldedir. Bir
süre Başçavuşla muhtar bakıştıktan sonra sarmaş dolaş olular. Çünkü o, bir zamanlar
köyde yaşamış ve öldü sanılan Emine’nin babasıdır. Bir kaç cephedeki olaylardan
ve son gelişmelerden konuştuktan sonra muhtar ona kızı Emine’yi hatırlatır.
Daha sonra muhtar ‘ Daha önce nerelerdeydin?’ diye sorar.
Bunun üzerin Başçavuş, on yıl Moskof’a esir düştüğünü ve esaret
yıllarını anlatır.Bu arada Emine kahvehaneye babasıyla görüştürülür. İlk
başta Emine, ürkek bakışlarla babasına baktıktan sonra göz ucuyla da
yazara bakar ve utangaçlığından ne yapacağını bilemez.Bir süre bakıştıktan
sonra yazar, Emine’nin artık İsmail’i sevmediğini bakışlarından anlar.
Artık bu noktadan sonra, yazarla Emine arasında bakışmalarla
birbirlerine olan aşklarını ilan ederler. Ama bir sorun vardır:
Emine’nin İsmail’le evli olması. Bir müddet sonra Başçavuş, anasını görmeye
gider; askelerini de birsüre mola yapmak üzere muhtara bırakır.
Ertesi gün,
sabah erkenden birliğin yola çıktığın öğrenilir. Dağın arkasındaki
top sesleri iyiden iyiye artmaktadır. Köylüler bu olaya karşı
tedirgindir. Çoban Hasan’la yazar arada sırada koyunları
yaylaya çıkartırlar. Fakat, bir gün Küçük Hasan yaylaya kendisi gider. Ne
olduysa o gün olur. Yazar, Küçük Hasan’ın ‘Geliyorlar’ diyerek
bağırmasıyla uyanır. Hasan’a ‘ne olduğunu ‘ sorar. Benzi solmuş, soluk
soluğa kalan Hasan :
- aha onlar… senin dediklerin…Te karşıki
belin üstünden yürüyüp geliyorlar. Yazar bir süre kendini
toparlayamaz. Çocuğun yüzüne bön bön bakar. Endişe ile apar topar bir kaç
eşyasını toplamaya başlar; fakat kolu olmadığı için yardıma ihtiyacı vardır.
Emeti Kadın’ı arar ama bulamaz. Evin etrafına bakınır hiç
kimseyi bulamaz. Belliki köylü korkudan saklanmış olmalı. Düşmanın hemen
köye girmek üzere olduğu, ağır topçu taburunun araba ve demir şakırtılarının
seslerinden anlaşılıyordu. Yazar hemen kapısını kilitler, pencereleri kapatır.
Aradan fazla geçmez. Dışarıda garip garip sesler gelmektedir. Bu sesler
Yunanca idi. Köy tamamen düşman askerleri tarafından ele geçilir. Her eve
baskın düzenlerler. Bulduklarını köy meydanına çıkartırlar. Sırada yazarın
evi vardı. Asker kapıyı açmaya çalışır aman nafile kapı kilitlidir. Son çareyi
kapıyı kırmakta bulur.
İlk başta yazar, askere diklenmeye çalışır ; sonuç vermeyince
kendini düşman askerine bırakır. Bir süre sonra yazar, arayıpta
bulamadığı köy halkının toplandığı yere götürülür. Burada askerler kadınlara,
genç kızlara tacizde bulunur. Yazar bundan rahatsızlık duyar. Aslına
bakarsan o, sadece Emine için endişe duymaktadır. Emine’ye baktıkça hem
onları korumak hem de Emine’ye sakat olduğu halde erkekliğinden ödün
vermediğini göstermek maksadıyla askerlerin arasından Rumca bilene,
onu komutanın yanına götürmesini ister. Asker onu alır, komutanının
yanına götürür. Yazar Fransızca bildiği için ona, Fransızca olarak askerlerinin
halkı eziyet ettiklerini ve genç kızlara tacizde bulunduğunu ifade eder. Yunan
subayı onu dinledikten sonra tekrar toplanma noktasına geri götürür. Ve askerlere ve köy halkına eziyet edilip
edilmediğine dair sorular sorar. Ahali korktuğu için bir şeyler
söyleyemez. Daha sonra askerler, köydeki bütün evleri arama
yaptırarak silah namına ne varsa hepsini toplattırır. Ve
köylülerden yiyecek, içecek toplarlar ve bunu para karşılığında aldıklarını
göstermek maksadıyla öylülere bir kağıt verirler. Cahil köylüler buna inanır ve
olan tüm yiyeceklerini teslim ederler. Halbuki Türk askerleri geldiğinde
onlardan her şeylerini esirgemişlerdi. Eski bir subay olan yazar, düşmanın
köylülerden yiyecek ve içecek toplamasından en az bir iki haftaya kalmaz köyden
ayrılacaklarını yorumlar. Bir kaç gün ilerledikten sonra, yazar Emeti Kadın’ın
çığlıkları ile uyanır. Hasan’ı işkence ederler. Zavallı çocuk her tarafı yara
bere içinde , acılar içinde kıvranmaktadır. Yazar ilk başta Hasan’ın öldüğünü
zanneder ama nabzını yokladığında yaşıdığını farkeder. Yazarın
endişesi giderek artar.
Ertesi gün , askerler
topladıkları eşyaları saracak bir şey aramak için yazarın evini basarlar. Hasan
o esnada çarşafın arasında yatmaktadır. Yazar, askerlere ‘Ne istiyorsunuz’der.
Onlar cevap vermeden , aniden çarşafı öyle bir hızla çekerler ki Hasan
yere ‘ pat’ diye sertçe yere düşer. Zaten hali perişan olan Hasan, bu
sefer ölümü atlatamaz. Olduğu yerde yığılır kalır. Emeti Kadın ve yazar
Hasan’a yardım etmek için koşarlar ;fakat Hasan ölür. Ağlamalar, sızlamalar…
yazar kendini tutamayarak askere bir yumrukta yere serer. Olaylar bu esnada
cereyan eder. Köylüler ilk defa da olsa yazarı haklı bulur ve askerlerin
üzerine yürürler. Ortalık karışır. Bu karışıklıktan yararlanarak Emine ile yazar
kaçarlar. Bu esnada yazar , böğründen vurulur. Fakat bu acıyı o anda
hissetmez.sadece yazar değil, aynı zamanda Emine de sol bacağından
yaralanmıştır. Kaçabildikleri yere kadar kaçarlar. Bir yere vardıklarında
oturup dinlenmeye karar verdiklerinde vurulduklarını anlarlar. Hele Emine’nin
yarası daha ağırdır. Kalkacak durumda değildir. Bu sebebten dolayı
yazar Emine’yi yalnız bırakır ve yoluna devam eder…
KİTABIN ANAFİKRİ
Aydın birisinin köy halkı ile uyuşmazlığı ile birlikte Anadolu insanın bakımsızlığı,
köylülerin olaylara karşı cahilliği ve yazarın yalnızlığı.
KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Yaban dünyaya küsmüş bir
aydının acısını ve yalnızlığını işlemiştir. Aydın ile köylüler arasındaki
düşünce ayrılığı bütün ayrıntıları ile verilmiştir. ‘Sağ kolumu ben onlar için
kaybettim’ diyen A. Celal, bir yandadn da köylülerin geriliği, cehaleti
karşısında aydınlar takımını suçlayan bir aydın kişidir. Y.Kadri hep A.
Celal’in karamsar gözüyle bakar olaylara, kişilere. Sona doğru , Emine’yi
bırakmak zorunda kalan A. Celal ‘’Bize yine yol gözüktü.’ demesi sembolik ve epey
karamsar bir anlam kazanıyor: AYDINLAR YOLLARINA GENE YALNIZ YÜRÜYECEKLERDİR.
YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ
İlk ve orta öğrenimini
Manisa, İzmir ve İskenderiye’de tamamladı, İstanbul’a geldi (1908). Peyam
(1915) ve İkdam (1916...) gazetelerine makale ve hikayeler yazdı. Milli
Mücadele yıllarında Anadolu’ya, Mustafa Kemal saflarına geçti. Milletvekili;
Tiran (1934), Prag (1936), Lahey (1939), Bern (1942) elçisi oldu. Ulus
gazetesinde (Ankara) başyazarlık yaptı, sonuncu Manisa milletvekilliği dört
sene sürdü (1961-1965). Ölümünde Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı bulunuyordu.
Cenazesi İsanbul’a getirildi, Beşiktaş’ta Yahya Efendi Mezarlığı’na gömüldü.
Hayatına Fecriati topluluğunda romantik-realist hikaye ve mensur şiirle başlayan
(1909); deneme, makale, oyun, monografi ve anı türlerinde eserler bırakmış olan
Yakup Kadri, yaygın şöhretini romanlarıyla sağladı. Tarih ve toplum olaylarından
her birini bir romanına konu edinerek, Tanzimat devriyle Atatürk Türkiyesi
arasındaki dönem ve kuşakların geçirdikleri sosyal değişim ve bunalımlarını,
yaşayış ve görüş farklarını işledi; düşünceye dayalı tezli eserler verdi.Pek
çoğu yabancı dillere de çevirilmiş ve tükendikçe yeni baskıları yapılagelen
eserleri, türlerine ve ilk basım yıllarına göre şöyledir: Hikaye kitapları: Bir
Serencam (1913), Milli Savaş Hikayeleri (1947), Hikayeler (il hikayeleri, 1985;Der.:Dr.N.Akı)
Romanları: Kiralık Konak (1922), Nur Baba (1922), Hüküm Gecesi (1927), Sodom ve
Gomore (1928), Yaban (1932), Ankara (1934), Bir Sürgün (1937), Panorama (iki
cilt, 1953/54), Hep O Şarkı (1956) Nesirler ve Yazıları: Erenlerin Bağından
(1922), Kadınlık ve Kadınlarımız (1923), Ergenekon (1929, iki cilt), Okun
Ucundan (ilk ikisi ile birlikte, 1940), Alp Dağlarınan ve Miss Chalfrin’in
Albümünden (1942). Monografiler: Ahmet Haşim (1934),Atatürk(1946) Anıları:
Anamın Kitabı (çocukluk anıları, 1957), Vatan Yolunda (Kurtuluş Savaşı anıları,
1958), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969), Zoraki Diplomat (elçilik
anıları,1955), Politikada 45 Yıl (siyaset anıları, 1968).Oyunları: Tiyatro
Eserleri (4 oyun,1984) En ünlü eseri Yaban romanı, C.H.P. 1942 Roman
Mükafatı’nda ikincilik kazanmıştı. Atilla Özkırımlı’nın baskıya hazırladığı
Bütün Eserleri İletişim Yayınları’nda çıkıyor (19.cilt,1990).
0 yorum:
Yorum Gönder